16 Eylül 2013 Pazartesi

HAKİM GÜÇLERİN SURİYE'YE BAKIŞI

21.Yüzyıl insanlık için bir umudu ifade ediyordu geçen asrın sonlarında. Her yeni başlangıcın umut barındırdığı gibi.
Maalesef durum öyle olmamıştır. Tam tersine bir seyir izlemiştir dünya tarihi. Adalete doğru değil zulme,hakkaniyete doğru değil adaletsizliğe,demokrasiye değil kaos ve kargaşaya yönelen bir tablo ile süre giden dünya duruyor karşımızda.
Suriye ve Mısır bunun en bariz iki numunesi olarak duruyor yanı başımızda.
2001 11 Eylül’ünde İkiz Kule’lere gerçekleştirilen saldırı sonrası Afganistan ve Irak’ta yaşanan gelişmeler hala sıkıntılı bir süreç olarak devam ediyor.
Adeta kurgulanmış bir senaryonun devamı niteliğinde her şey.
Mısır’da Mübarek sonrası gelişmeler bölge insanında umut ışıkları oluşturmuşsa da bu durum fazla uzun sürmemiştir.
Yakın zamanda yaşanan darbe ile Mısır’daki bu tablo sona erdirilmiştir.Açıkçası Mısır’daki darbeden daha ağır olanı Batı’nın ve ABD’nin bu darbeye karşı utanç verici sessizlikleri olmuştur.
Suriye’de muhalefete destek veren kimi Arap Ülkeleri’nin Mısır’da darbecileri desteklemesi de işin tuzu biberi olmuştur.
Hemen yanı başımızda; Suriye’de son üç yıldır yaşanan kanlı iç çatışmalar hem bölge için,hem de Türkiye için gittikçe daha karmaşık bir süreç haline dönüşmekte.
Irak işgali sonrası ABD’de hakim güçlerin gerçekleştirmek istedikleri büyük senaryoyu o dönemde Türkiye’nin yerinde ve zamanında attığı ciddi ön alıcı politikalar engellemişti.
Hazindir ki,Türkiye hala aynı insani amaçları gütmekle beraber bölgede yaşanan bu dehşetli ve kanlı savaş,kimilerince o gün gerçekleştirilemeyen senaryoyu başka bir versiyonda uygulama fırsatı olarak değerlendirilmektedir.
Mısır’da yapılan seçimlerle iktidara gelen Müslüman Kardeşler kısa zamanda bertaraf edilmiş görünmekte o çevreler açısından.Zaten demokrasinin düşmanı darbeye ses çıkarılmamasının temelinde yatan hakikat budur.
Suriye’de ise başından beri olaylara seyirci kalınması ve taktik manevralarla adeta Suriye halkının kaosa sürüklenmesi amaçlanmıştır.
Son olarak geçtiğimiz ay sonunda kullanılan kimyasal silah vahşeti bile sözde medeni ülkeleri ve uluslararası teşkilatları harekete geçirememiştir.
ABD’nin “kırmızı çizgi” mantığı ile tereddütlü tepkileri ve tedbirleri ise Cenevre’de gerçekleşen Suriye’nin kimyasal silahlarını tesbit ve imha anlaşmasıyla havada kalmıştır.
Suriye’de muhalif güç olarak çarpışan çok sayıda gruplar vardır ve bunların sayısı yaklaşık olarak 100 bin civarındadır.Batı bu sayının büyük çoğunluğunu radikal ya da ılımlı İslamcı olarak değerlendirmektedir.Tüm düzenlemelere rağmen laik bir anlayışın çok parçalı bu muhalif yapıda hakim bir liderliğe sahip olamaması dünya nizamına yön veren güçler için derin endişe kaynağıdır.
Dolayısıyla böyle bir ortamda Suriye’deki dengeleri bu sakıncalı muhalif güçler lehine çevirebilecek dış bir müdahale yerine kimyasal silahların kontrol altına alınması daha anlamlı hale gelmiştir o güçler açısından.
Kimyasal veya konvansiyonel silahların Suriye’nin mazlum halkı üzerinde kullanılmasından endişe duymayanların,bu silahlar noktasında ortak bir anlaşmaya varmış olmaları hem Rusya,hem ABD ve İsrail,hem de Suriye’deki mevcut rejim açısından statükonun devamını sağlayıcı görünmüştür.Enteresan biçimde sözkonusu ülkeleriaynı mutabakat metnine ulaştırmıştır.
Mazlum milletler nazarında bir kez daha anlaşılmıştır ki dünyanın hakimlerini harekete geçiren saikler demokrasi,insan hakları ve adalet gibi güçlü seslendirilen kavramlar değil,sinsice karanlık mahfillerde yürütülen pazarlıklar ve hakim güçlerin dünya dengelerini muhafaza güdüsüdür.
Bu da pespaye ve sakil bir maskeden başka bir şey değildir.
Türkiye’nin,büyük güçlerin bu acımasız ve çok yüzlü dünya politikalarını her fırsatta sorguluyor ve afişe ediyor olması şimdilik çok etkin neticeler alınmasına yaramıyor görünse de orta vadede ülkemizi yeniden ciddi ve sözü geçer bir dünya gücüne dönüştüreceğine tereddüt olmasa gerek.